Hicret nedir? Hicret, Hz. Muhammed’in ve ona inananların 622 yılında dini baskı ve zulümden kaçarak Mekke’den Medine’ye yaptıkları tarihi göçtür.
Hicret, tarihte bir göç olayı olarak bilinmektedir. Sözlük anlamına bakıldığında bir yeri veya bir şeyi terketmek, ayrılmak veya ilişiğini kesmek şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Genel olarak hicret kelimesi bireyin bir şey ile arasındaki münasebeti bitirmesi, bedenen veya kalben ondan uzaklaşması anlamıyla karşımıza çıksa da, kullanım amacı genelde bir bölgeden ayrılarak başka bir bölgeye göç edilmesi anlamıyla kullanılmaktadır. Genel olarak bulunulan müslüman olmayan bir ülkeden bir İslam ülkesine göç etmeyi kast etmektedir ve özel anlamıyla da Hz Muhammed’in ve ona inanan Mekkeli Müslümanların Medine taraflarına doğru göç etmesi olayını kast etmektedir. Bu olayda Hz. Muhammed ile birlikte göç eden topluluğa muhacir, onların bu göç sürecinde onlara yardım eden Medineli Müslümanlara da ensar ismi uygun görülmüştür. Bu makalede hicretin ne olduğundan, öneminden, sonuçlarından ve hicret ile ilgili bazı önemli detaylardan bahsedeceğiz.
Bu Yazının İçindeki Başlıklar:
İçerik Tablosu
Hicret Nedir?
Hicret, İsam dininin peygamberi Muhammed ve ona inanan Müslüman topluluğun, 622 yılında Mekkeli Müşriklerden uzaklaşmak amacı ile Medine’ye doğru gerçekleştirdikleri göç hareketine denir. Bu göç hareketinin sonuçlanması ile birlikte Medine topraklarında Medine Sözleşmesi adı altında günümüzde İslam devleti statüsünde bulunan ve bu statüde bulunan devletlerden ilki olan Medine Şehir Devleti’nin kurulmasına karar verilmiştir. Hicret kelimesi, esasında Arapça bir kelimedir ve Arapça kökeninde bir yeri veya bir şeyi terketmek, ayrılmak veya ilişiğini kesmek gibi durumları ifade etmektedir.
Hicret olayı, Safer ayının 26. günü başlamıştır ve 12 gün sonra Medine topraklarına 3 km’lik bir mesafede bulunan Kuba’ya ulaşılması ile birlikte son bulmuştur. Son günü Rebiüevvel ayının 12. günüdür. Bu olaydan önce bir kez daha olmak üzere Mekkeli paganlar tarafından yapılan baskılarına karşı gelemeyip iki farklı kafile şeklinde Habeşistan topraklarına doğru bir hicret hareketi gerçekleştirmişlerdir. Müslüman topluluğu için Mekke’de seviyesi ve etkisi her gün giderek artan baskı, zulüm ve çeşitli zorlayıcı durumların sonrasında Medine’ye doğru göç etmek Müslümanlar için artık kaçınılmaz bir duruma doğru evrilmişti. Bunca çeşitli sebepten dolayı, ilerleyen süreçte Medinetu’n Nebi, bir diğer adıyla Peygamber Şehri olarak adlandırılan Yesrib kentine doğru bir hicret hareketi gerçekleştirmişlerdir.
Medine topraklarına doğru gerçekleştirilen hicret, bu hicretin 8 yılında gerçekleşen Mekke’nin fethedilmesi olayından sonra sona ermiştir. İlk olarak gerçekleşen Habeşistan Hicreti’nden sonra süregelen süreçte peygamber Hz. Muhammed tarafından etkili bir şekilde devam ettirilen Müslüman topluluğu refah seviyesine çıkarma çabaları, Medine tarafında yapılan hicret ile birlikte başarıya ulaşmıştır ve bu hicretin ardından müslümanların bölgedeki kuvvetleri önemli ölçüde artmıştı. Hz. Muhammed, kendisine gelen ilk vahyin ardından bu konu hakkında bilgi sahibi olmak isteyen insan ve tüccarları İslam hakkında bilgilendirmeye çalışmıştır. İslam dışında bu inanışın gerektirdiği yaşantıyı ve bu inanışta yaşayan bir insanın ne gibi hususlara dikkat etmesi gerektiğini de anlatmıştır. 620 yılllarında birtakım tüccarların Hz. Muhammed’in yanına gelmesiyle Hz. Muhammed ve bu insanlar arasında ilk bağ kurulmuş oldu. Bu olayların neticesinde müslüman popülasyonu artmaya başlamış oldu ve bu inanışa göre yaşayan insanlara her yerde rastlanır oldu.
Hicret’in Amacı
İslamiyet döneminin öncesinde Mekke topraklarında hakim olan inanç putperestlikti. İslamiyet gibi büyük bir değişime hazır olmayan Mekke topluluğu, Müslüman olmak isteyen ve Hz. Muhammed’e inanan kesime karşı son derece zorlayıcı ve caydırıcı bir tutum sergilemişlerdir. Bu olayların ardından Müslümanlar, İslamiyet üzerine gerçekleştirdikleri hareketi ve ileride yapılacak planlamaları konuşmak ve bunun sonucunda İslamiyeti yaymak amacıyla gizli toplantılar yapmaya başlamışlardır. Akabe ismi verilen bu mekanlarda yapılan toplantıların sonucunda İslamiyet’in ve Müslümanlığın yayılma hızında önemli bir derecede ivmelenme gerçekleşmiştir. Mekke halkı bu artıştan haberdar olunca bu durum karşısında tepkisiz kalmamıştır ve uyguladıkları baskı politikasını bir üst seviyeye çıkarmışlardır.
Süreç ilerledikçe Mekke halkı durumun önüne geçmekte zorlanmaya başlamıştır ve çözüm olarak Hz. Muhammed’e suikast düzenlemeye karar vermişlerdir. Öte yandan Hz. Muhammed bu olayların geliştiği sıralarda Müslüman nüfusunu daha da artırmak üzerine planlar yapmaktadır. Bu iki durum birleşince Hz. Muhammed hem kendisini ve yandaşlarını daha güvenli bölgeye almak için hem de İslamiyet’I yandaşları ile beraber daha geniş alanlara yaymak için Medine topraklarına hicret etmişlerdir. Müslümanlığı benimseyip Mekke’den Medine taraflara göç eden insanlara muhacir, Medine’de onları hoş görüyle karşılayıp onlara yardım eden insanlara da ensar adı verilmiştir. Hicret aynı zamanda hicri takvimin başlangıç tarihi olarak bilinmektedir.
Hicret’in Nedenleri
Hicret, yani Hz. Muhammed’in ve ona inanaların Mekke’den Medine’ye göç etmeleri, bir dizi önemli nedene dayanmaktadır. Bu nedenleri şu şekilde sıralayabiliriz:
- Mekke’deki Kureyş kabilesi, yeni İslam dinine ve onun takipçilerine şiddetle karşı çıkmış ve onlara yönelik zulüm ve baskı uygulamıştır.
- İslam’ın yayılmasından rahatsız olan Mekke’nin önde gelenleri, Müslümanları sosyal ve ekonomik olarak izole etmeye ve onlara baskı yapmaya çalışmıştır.
- Hz. Muhammed’in hayatı, Mekke’deki liderler tarafından tehdit edilmeye başlanmış, bu da Hicret’in bir başka önemli nedeni olmuştur.
- Medine, İslam’ın öğretilerini kabul etmeye daha açık bir toplumdu ve bu, dinin daha hızlı yayılmasına olanak tanıyordu.
- Medine’nin bazı kabile liderleri Hz. Muhammed’i ve takipçilerini şehirlerine davet etmiş ve onlara destek olacaklarını taahhüt etmişlerdir.
- Medine, Müslümanlar için dini özgürlükleri ve güvenli bir yaşam alanı sağlamıştır.
Hicretin birbirinden farklı sebepleri olsa da genel olarak sebepler bir ortak noktada kesişmektedir: “Müslümanlara karşı uygulanan politika ve zulüm”. Bu duruma örnek olarak pek çok olay verilebilir. İlk olarak Mekkeli halk arasından müslüman olmayan kimselerin, Müslümanlığı benimsemiş ve Hz. Muhammed’in yanında olan kesimi yanlarında istememesi ve gitmeleri için her çeşit baskıyı uygulamaları verilebilir. İkinci olarak Müslüman topluluğunun zaman ilerledikçe artık Mekke içerisinde ibadetlerini gerçekleştirmelerinin mümkün olmaması ve bunun sonucunda birtakım dini yükümlülüklerinin aksaması hicreti tetikleyici sebeplerden biri olmuştur.
En önemli sebepler arasında bulunan bir diğer sebep ise Hz. Muhammed’in Mekke sınırları içerisinde can güvenliğidir ve eğer Hz. Muhammed Mekke halkının eline düşecek olursa Müslümanlığın geleceği büyük bir tehlikeye girecekti, bu yüzden hicret hareketi zorunlu hale gelmişti. Baskıya ve zulme dayanan sebeplerin yanında hicret olayının oluşumunda etkili olan faktörlerden biri de artık çoğu insanın tarafını belli etmiş olması ve bunun karşısında Hz. Muhammed ve yandaşlarının İslam’ı farklı bölgelerde de geçerli kılma arayışında bulunmaları olmuştur.
Hicret’in Tarihi
Hicret süreci boyunca rolü olan farklı topluluklar olsa da hicret olayının gerçekleşmesinde temel rolü oynayan iki farklı topluluktan söz edebiliriz. Bu topluluklar Mekke halkı ve Medine halkıdır. Mekke halkı, müslümanlara yaptıkları baskılarla hicret olayının gerçekleşmesinde en büyük pay sahibi iken, müslümanlara karşı sergiledikleri hoşgörülü ve anlayışlı tutumla Medine halkı da hicret olayında önemli bir role sahip olmuştur. Hicret olayının kaderini belirleyen bu iki topluluğa göz atacağız.
Hicret Sırasında Mekke’nin Durumu
Arap Yarımadası’nın batısında bulunan ve Kızıldeniz’in doğu taraflarında konumlanmış olan Mekke, İslam dininin anlayışına göre dünyanın en kutsal şehri olarak kabul edilmektedir. Buna ek olarak İslam dininin peygamberi olan Hz. Muhammed’in doğum yeri olması ile İslam dininde önemli bir yere sahiptir. Müslümanların kutsal kitabı olan Kur’an burada indirilmeye başlamıştır. İslam dininde İsmail peygamberin soyundan geldiğine inanılan ve son peygamber olan Hz. Muhammed, 571 yılında Mekke sınırları içerisinde dünyaya gelmiştir. Yaklaşık olarak 40 yıl Mekke’de yaşam sürdükten sonra o dönemlerde Mekke’ye yakın bir konumda bulunan Hira Mağarası’na ilk vahyin gelişi ile birlikte şehre inip İslam dinini yayma çalışmalarına başlamıştır.
O dönemlerde Mekkeliler’in büyük bir bölümünün bu durumu anlayışla karşılamamaları sonrasında çıkan gerginlikler, hicret olayının temellerini atmıştır. Hz. Muhammed bu dönemde kendisine inanmayan ve İslamiyet konusundaki çabalarının önünü kesmek isteyen Mekke halkının bir kısmına karşı yaklaşık olarak 13 yıl boyunca direnişini sürdürmüştür. Fakat artık durumun ciddileşmesi ile birlikte Mekkeli’ler artık Hz. Muhammed’den kurtulmak için planlar yapmaya başlamışlardır. Planladıkları bir suikast girişiminin sonuçlanmadan Hz. Muhammed’in öğrenmesi üzerine Hz. Muhammed bölgeden göç etme kararı almıştır ve Hicret’i gerçekleştirmeye ilk kez burada karar vermiştir. Bu kararın ardından Hz. Muhammed, evini gizlice terk ederek arkadaşı Ebu Bekir ve Muhacirun ile birlikte Mekke topraklarından Medine topraklarına doğru Hicret hareketini gerçekleştirmek için yola çıkmıştır. Mekke’nin Hicret’te önemli bir role sahip olmasındaki en büyük etken, Mekkeli’lerin tutumu olmuştur. İslam dinini benimseyen kişilere yaptıkları işkencelerle birlikte farklı farklı pek çok eziyet uygulamışlardır. Müslümanların bu işkencelere karşı koyamamaları ile birlikte Hicret zorunlu hale gelmiştir.
Hicret Sırasında Medine’nin Durumu
Medine, günümüzde Suudi Arabistan sınırları içerisinde ve Mekke şehrinin kuzey taraflarında yer almaktadır. Medine, müslümanlar tarafından hakimiyet sağlanmasından önce Yesrib ismi ile tanınıyordu. İslam dini açısından son derece özel bir yere sahip olan Medine, son peygamber Hz. Muhammed’in kabrini de sınırları içerisinde bulundurmaktadır. Bu özellikleri ve tarihteki yeri ile, İslam dinine göre Mekke’nin ardından en mukaddes ikinci yer konumundadır. Hz. Muhammed tarafından başlatılan Hicret’in ardından Yesrib’e gelen müslümanlar, bölgenin adını Medine olarak değiştirmişlerdir. Medine’nin Hicret olayında bu denli önemli bir role sahip olmasının asıl sebebi, Medine halkının gösterdiği tutumun Mekke halkının aksine daha anlayışlı olması ve bölgede yaşayan halkın koşulları olabildiğince Hicret eden topluluğun lehine çevirmeleri olmuştur. Medine isminin Arapça kökenine bakıldığında, kelimenin anlamının “bir şehre yerleşmek, ikamet etmek ve herhangi bir bölgeye temenni bir şekilde ulaşmak” olduğu görülebilir.
Ensar
Ensar kelimesi Arapça kökenli bir kelime olup İslam dininde önemli bir yere sahiptir. Ensar kelimesinin anlamında baktığımızda İslamiyet Dönemi’nin ilk zamanlarında Mekke’de bulunan ve Müslüman olan ilk insanlar planlı ve organize bir şekilde zulme uğradıkları için zor durumda kalmışlardı. Bu durumdan haberdar olan Medine halkı, bu durumda kalan insanlara evlerinin kapılarını açmaya karar vermişlerdir. Hicret adı verilen bu dönemde bu davranışları sergileyen anlayışlı Medine halkına “Ensar” adı verilmiştir. Ensar kelimesinin derin anlamına indiğimizde ise Ensar, Arapça kökeninde yardım etmekten mutluluk duyan, herkese yardımcı olan kişi kelime anlamını taşımaktadır.
Ensarların fedakar olan yapılarını çoğu zaman dile getiren Hz. Muhammed, onları ancak müminlerin seveceğini ve ensar kimseleri sevmenin mükafatının Allah tarafından sevilmek olacağından da bahsetmiştir. Ensarlar, aynı zamanda hayatlarının tamamı süresince Resul-i Ekrem’e sahip çıkarak her daim onun tarafını destekleyen bir davranışa sahip olmuşlardır ve Resul-i Ekrem’in vefat haberinden sonra bile onun hadislerini son derece titiz bir tutumla sahip çıkarak sonraki nesillere iletmişlerdir. Ensar topluluğu, Hz. Muhammed ve onun yanındaki muhacirlerin Medine’ye Hicret ettiği süreçte onların imkanlarını kolaylaştırarak İslam tarihinin akışını ve geleceğini değiştirmiş, Medine sınırları içerisinde ilk müslüman devletinin kurulmasının da önünü açmıştır.
Ensarlar, Hz. Peygamber’in ardından sonra kalan İslam devletinin yönetiminde söz sahibi olmak amacıyla çok ciddi çalışmalar yapmamışlardır. Sa’d b. Ubude’ye biat etmek üzere iken Hz. Ömer ve Hz. Ebu Bekir’in birlikte olaya dahil olması ile beraber biat etmek üzereyken vazgeçmişlerdir, muhacirlerle olan dostluklarının değerli oluşunun farkına varıp onların lehince olacak şekilde bir fedakarlık yapmışlardır. Hz. Ebu Bekir’in ölümünden sonraki zamanlarda da hilafet konusu açıldığında ortaya herhangi bir iddia atmayan ensarlar, bu önemli meselenin çözüme kavuşturulduğu süreçte çözüm sırasında aktif bir rol almamanın ezikliğini hissetmek gibi bir durumun da içine düşmeyerek süreci en iyi şekilde yönetmişlerdir.
Muhacir
Türkçe’de sözlük anlamına bakıldığında göç eden, hicret eylemini gerçekleştiren ve bir yerden farklı bir yere ikamet eden anlamına gelen muhacir kavramı, geçmiş dönemlerde özellikle Osmanlı literatüründe önemli bir yere sahip olmuştur. İslamiyet Dönemi’nin ilk zamanlarında Mekke’de Medine’ye doğru Hicret gerçekleştiren topluluğa muhacir adı verilmektedir. Muhacir ifadesi, bu dönemde dini bir manaya sahipti. Peygamber Hz. Muhammed ile Mekke şehrini terk eden insanlar muhacir olarak isimlendirilmekteydi.
Muhacirleri Medine topraklarında ağırlayan ensarlar ve ağırlanan muhacirler arasında çoğunlukla eşitlik ilkesine uygun hareket edildiyse de, anavatanını terk eden kesim olan muhacirler genellikle daha az varlığa sahip olduklarından dolayı, “Beni Nadir” ve “Beni Kurayza” kabilelerinin mağlup olmalarının ardından elde edilen gelirler yalnızca fakir muhacirler olarak sınıflandırılan “fakir Muhacirun” topluluğunun arasında paylaştırılmıştır. Muhacirlerin bir diğer kısmı ise, Mekke’nin öncesinde Habeşistan sınırlarında sığınmacılık yapan fakat zaman ilerledikçe Medine’ye Hicret eden Müslüman topluluğunun arasına katılmışlardır. Medine’ye gerçekleştirilen Hicret, Peygamber Hz. Muhammed’in yeni bir sosyal düzeni ortaya çıkarması için bir şart konumundaydı. Bu bağlamda incelendiğinde Hicret’in aslında toplumsal açıdan insanlar için ve siyasal açıdan da yönetim için bir zorunluluk olduğunu anlayabiliriz. Konunun neden bu kadar önem teşkil ettiği Kuran’da da geçmektedir.
Hicret’in Sonuçları
Hicret, İslam tarihi için dönüm noktası olan ve önemli sonuçlar doğuran bir olaydır. Bu sonuçları şu şekilde sıralayabiliriz:
- Medine’ye yapılan hicret, Müslüman topluluğunun (Ümmet) kurulmasına ve İslam’ın temelini oluşturan sosyal ve politik yapıların inşasına olanak sağlamıştır.
- Hz. Muhammed, Medine’de hem dini hem de siyasi lider olarak kabul edilmiş, bu sayede İslam’ın hem dini hem de idari yönlerini şekillendirmiştir.
- Medine’de Müslümanlar, Yahudiler ve diğer kabileler arasında bir anlaşma olan Medine Vesikası’nı oluşturmuş, bu da dünyanın ilk yazılı anayasası olarak kabul edilir.
- Hicret, İslam’ın Arabistan Yarımadası’nda daha hızlı yayılmasına katkıda bulunmuş ve dinin diğer bölgelere ulaşmasının yolunu açmıştır.
- Hicret sonrasında Mekke ve Medine arasındaki ilişkiler gerginleşmiş ve bu, sonraki yıllarda çeşitli savaşlara yol açmıştır.
- Hicret, İslami takvimin başlangıcı olarak kabul edilir ve bu, Müslümanların zamanı ölçme biçiminde önemli bir değişiklik anlamına gelir.
- Medine’de farklı inanç ve kültürlerle etkileşim, İslam’ın evrenselliğini ve çeşitliliğini anlamada önemli bir rol oynamıştır.
- Medine, İslam’ın ilk eğitim ve bilgi merkezlerinden biri haline gelmiş ve İslam ilimlerinin gelişimine zemin hazırlamıştır.
İslam tarihinde çok büyük bir öneme sahip olan ve tarihin akışını değiştiren hicret olayının çok büyük sonuçlara yol açtığını söyleyebiliriz. İlk olarak, İslam’ın yayılması amacıyla yapıldığı için sonucunda İslam’ın yayılışı için daha rahat bir ortam hazırlanmış oldu ve İslam’ın yayılma hızında artış gerçekleşti. İkinci olarak, Hicret olayının sonucunda İslam literatürüne iki yeni kelime eklenmiş oldu: Ensar ve Muhacir. Hicret ile göç edenlere muhacir, onları karşı hoşgörülü tutum sergileyen ve onları karşılayan insanlara da muhacir denildi. Mekke’de İslam Devleti kurma çabaları başarısızlıkla sonuçlanınca Medine sınırları içerisinde ilk İslam Devleti kurma çalışmalarının temeli atılmış oldu. Medine topraklarında yaşayan Yahudi topluluk ile Medine Antlaşması imzalandı. Kimilerine göre tarihin ilk yazılı antlaşması olan ve 622 yılında Medine Antlaşması, içeriğinde önemli maddeler içeriyordu. Bunlara sıralayacak olursak,
1- Müslümanlar ile Yahudiler arasında olumsuz bir husumet olmayacaktı ve her iki topluluk da birbirlerine karşı saygılı olacaktı, barış içinde yaşanacaktı.
2- Medine’ye gelecek olan olası bir saldırıda her iki topluluk da birlikte hareket edecekti ve şehrin güvenliği en iyi şekilde sağlanacaktı.
3- Yahudiler din ve yaşam açısından bir baskı altında olmayacak, istedikleri şekilde hayatlarını yaşayacaklardı.
4- Yahudiler ile Müslümanlar arasında gerçekleşecek olumsuz bir durumda veya anlaşmazlıkta, nihai kararı verecek kişi Hz. Muhammed olacaktı.
5- Dördüncü maddeye ek olarak Medine sınırları içerisinde herhangi iki topluluk arasında çıkacak her anlaşmazlıkta Hz. Muhammed’e gidilecekti.
6- Medine’de yaşayan herkes Medine vatandaşı olacaktı ve kişilerin farklılıklarına bakılmaksızın kimsenin kimseyi bir üstünlüğü bulunmayacaktı.
7- Medine’de gerçekleşecek bir savaşın ardından giderler ortak bir şekilde karşılanmayacak, herkes kendi zararını kendi karşılayacaktı.
Medine Antlaşması’nın ardından Hicret’in diğer sonuçlarına bakacak olursak, Medine’ye Peygamber Mescidi, bir diğer adıyla “Mescid-i Nebevi” inşa edilmesinde karar kılındı. İslam tarihinde Mekke Dönemi’nin Sonu gelmiş, Medine Dönemi’ne geçiş yaşanmıştır. Mekke ve Medine’de yaşayan insanlar arasında dostluk ve kardeşlik olmasında karar verilmiştir. İslam tarihinde ilk kez eğitim-öğretim kurumları kurulmaya başlanmıştır. Son olarak Hicret olayı birlikte günümüzde İslam Devletleri’nde ve dünyada çeşitli ülkelerde kullanılan Hicri Takvimin başlangıcı gerçekleşmiştir.
Hicret’in Önemi
Hicret etmek İslam tarihinde son derece önemli bir noktaya sahiptir. Müslümanlar tarafından Mekke’den Medine’ye gerçekleştirilen Hicret’in yukarıda da belirttiğimiz gibi sayısız önemi mevcuttur. Örneğin İslam tarihinin akışına değiştirmiştir ve İslam Devleti’nin kurulduğu yerin kaderinde önemli bir yere sahip olmuştur. Bu durum Kuran’da da üzerinde sıkça durulan bir konu olmuştur. Hicret ile ilgili Kuran’da çok sayıda Ayet ve Hadis-I Şerif mevcuttur. Baskı ve fikir özgürlüğünün bulunmadığı bir şekilde yönetilen yerlerde bir müslüman, orada gerçekleşen zulüm ve işkencelerden dolayı, İslamiyet yaşamına uygun bir şekilde yaşaması ve ibadetlerini özgürce yerine getirebilmesinin imkansız olduğu süreçte, zalimlere karşı gelemeyeceği durumlarda hicret etmesi gerekir.
Bu durumda eğer hicret edebileceği bir islam ülkesi yoksa veya o ülkeye hicret edebilecek durumda değilse, insan haklarına, dinine ve özgürce yapacağı ibadetine saldırmayan herhangi bir özgürlükçü ülkeye doğru hicret eylemini gerçekleştirir. Hicret öncesinde Mekke’de kafirler müslümanlara karşı her türlü zulüm ve işkenceyi uygulamaktaydı ve bazı Müslümanların hayatlarına da son veriyorlardı. Bu zalim topluluğa karşı gelmek amacıyla, Allah’tan sayısız kez yardım dilendi ve savaşmak için izin istendi. Fakat kimse istediği izni alamadı. Aradan biraz zaman geçmesi ile birlikte, yapılan zulümlere karşı koyamayan ve işkenceler yüzünden sayıları gittikçe azalan Müslüman topluluğunun Hicret etmesine izin verildi. Çoğu Medine’ye olmak üzere, bu Hicret’i geçekleştirenler Medine ve Habeşistan topraklarına doğru göç ettiler.
Kuran-ı Kerim’de Hicret Olayı
Hicret olayı, Kuran’ı Kerim’de çeşitli şekillerde bahsedilmektedir. Kuran’da, Hicret olayını anlatan ayetlerden bir kısmı şu şekilde buyrulmuştur:
Allah yolunda hicret eden kimse, yeryüzünde çok bereketli yer ve genişlik bulur. Allah ve Resulü uğrunda, hicret ederek evinden çıkan kimseye, ölüm gelirse, artık onu mükafatlandırmak da Allah’a düşer. [Nisa Suresi 100. Ayet]
Kuran’da Müslüman olup Hicret hareketine katılan ve bu süreçte sabredip cihad gerçekleştirenin yardımcısının Allah olacağı da bildirilmiştir. Ayrıca Kuran’da Hicret eden topluluğun yanında bu topluluğa yardım gerçekleştiren Ensardan da bahsedilmiştir ve bu Ensar’ın ve iyilik yaparak Ensar ile ortak yol izleyen kimselerden Allah’ın razı olduğu ve hepsinin cennet ile şereflendirileceği belirtilmiştir. Bir kısım Hadis-i şeriflerde de şöyle buyrulmaktadır: Zalimlerin yaptığı zulümlere karşı koyamayanlar Hicret etmeye mahkumdur, Müslüman olup Hicret edenlerin Cennete köşk niteliğinde yeri hazırdır, Amellerin ne olduğunu niyetler belirlemektedir ve Bu doğrultuda amacı Allah ve Peygamberi ile birlikte hicret etmek olan Müslüman da, niyeti dünyalık olan Müslüman da niyet ettiğine ve bu doğrultuda ahirette cennet yaşantısına kavuşur. Tüm Hadis-i şerifleri en iyi özetleyen demeçlerden biri olarak Ebu Davud’un paylaştığı Hadis-i şerifi örnek olarak verebiliriz: “Günahkâr bir toplumdaki iyi kimseler, kötülükleri düzeltmeye güçleri yettiği halde, düzeltmezlerse, Allahü teâlâ, ölümlerinden önce onların hepsine şiddetli azap eder.”
Sonuç olarak Hicret hem İslam tarihinde hem de Dünya tarihinde çok önemli bir yere sahiptir. Müslümanlığın ve dolaylı yoldan tüm dinlerin akışını değiştiren bu olay, günümüzde hala bazı toprakların kutsal sayılmasına ve günümüzde kullanılan takvimlerin birbirinden farklı olmasına neden olmuştur. Eğer Hicret olayı yaşanmamış olsaydı, Müslüman nüfusunda yaşanan zulümler ve yapılan baskılardan dolayı büyük bir azalma gerçekleşecekti ve Dünya tarihinden İslam dini silinme noktasına gelecekti. Bu tür sebeplerden dolayı, Hicret’in tarihteki önemi büyüktür.
Not: Bu konuyla ilgili olarak Medine Sözleşmesi Nedir? İlk Toplumsal Sözleşme başlıklı yazımızı da inceleyebilirsiniz.