Yalnızlık Politikası nedir? Yalnızlık Politikası, özellikle 19. ve erken 20. yüzyıllarda Amerika Birleşik Devletleri’nin uluslararası işlerden ve çatışmalardan uzak durarak kendi iç meselelerine odaklanma eğilimini ifade eden dış politika yaklaşımıdır.
Bu Yazının İçindeki Başlıklar:
Yalnızlık Politikası Nedir?
“Yalnızlık Politikası” genellikle Amerika Birleşik Devletleri’nin tarihindeki dış politika yaklaşımını tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Bu politika, genel olarak “izolasyonizm” olarak da adlandırılır ve ABD’nin özellikle 19. ve erken 20. yüzyıllarda uluslararası işlerden uzak durma eğilimini ifade eder.
Yalnızlık politikası bir ülkenin uluslararası ilişki ve etkileşimlerini minimuma indirmesini ifade eder. Bu durumda devlet kendi iç işlerine yoğunlaşır ve dış dünyayla iletişimi minimize eder: Bu yaklaşım türünde ticaretin kısıtlanması, askeri ittifak veya yabancı müdahalelerinden kaçınılması görülmektedir. Yalnızlık politikaları genellikle dış işlerinde aktif olmanın maliyetinden ve oluşturduğu risklerden kaçınılması ve ulusal egemenlik ve bağımsızlığın muhafazası gereken durumlarda uygulanmaktadır. Aynı zamanda söz konusu ülkenin kültürel öğelerinin üstünlüğünün diğer kültürlerle kaynaşmasının kültürün kalitesini düşüreceğine, dolayısıyla dışarıyla bağlantının azaltılması gerektiği inancından (ideolojik istisnacılık) ortaya çıkabilir.
Yalnızlık Politikasının Temel Özellikleri
İzolasyonizmin temel özellikleri şu şekilde özetlenebilir:
Uluslararası Çatışmalardan Kaçınma: ABD, özellikle Avrupa’daki savaşlar ve siyasi çatışmalar dahil olmak üzere uluslararası çatışmalardan uzak durma politikası izlemiştir. Bu yaklaşım, ABD’nin kendi iç meselelerine odaklanmasını ve dış müdahalelerden kaçınmasını sağlamıştır.
Sınırlı Dış Politika Müdahaleleri: Yalnızlık politikası, ABD’nin dış politikasında daha sınırlı ve seçici müdahaleler yapılmasını öngörmüştür. Bu, özellikle askeri müdahaleler ve uzun süreli yabancı ittifaklardan kaçınmayı içerir.
Kendi Kendine Yeterlilik: Ekonomik ve askeri açıdan kendi kendine yeterli olma amacı, izolasyonist politikanın bir diğer önemli yönüdür. Bu, ABD’nin dış ticarete bağımlılığını azaltma ve kendi güvenliğini kendi kaynaklarıyla sağlama çabasını ifade eder.
Tarihte Yalnızlık Politikası
Orta Çağ’da Khmer İmparatorluğu
Güneydoğu Asya’nın büyük bölümünü 9. yüzyıldan 15. yüzyıla kadar yöneten Khmer İmparatorluğu, izolasyonist bir politika benimsemiştir. İmparatorluk yabancı ülkelerle temasını sınırlandırmıştır ve kendi iç işlerine odaklanmıştır. Khmer İmparatorluğu’nun yalnızlık anlayışı kısmen coğrafi konumundan kaynaklanmaktaydı çünkü yoğun ormanlar, bataklıklar ve sıradağlarla çevriliydi, bu da yabancı işgalcilerin sınırlarına girmesini zorlaştırıyordu. Ayrıca imparatorluk, halkının ihtiyaçlarını karşılayan güçlü bir tarım ekonomisiyle büyük ölçüde kendi kendine yetiyordu.
Ming Hanedanlığı döneminde Çin
Çin, 1368’den 1644’e kadar süren Ming Hanedanlığı döneminde ideolojik seçicilik politikasını benimsemiştir. Bu süre zarfında Çin yabancı ülkelerle temasını sınırlandırma yoluna gitmiş ve kendi iç işlerinde bulunan problemlerin çözümü ve geliştirilmesine yoğunlaşılmıştır.
Tokugawa Şogunluğu Döneminde Japonya
Japonya, 1603’ten 1868’e kadar süren Tokugawa Şogunluğu döneminde izolasyonist bir politika benimsemiştir. Şogunluk döneminde Japonya’nın yabancı ülkelerle teması sınırlandırılmış ve ticarette var olan ilişkiler sıkı bir şekilde devlet tarafından denetlenmiştir. Japonya sınırlarını yabancı tüccarlara kapatmış ve Japon vatandaşlarının yurt dışına seyahat etmesini yasaklamıştır. Bunun tek istisnası, Nagasaki Körfezi’ndeki yapay Dejima adasından Japonya ile ticaret yapmalarına izin verilen Hollandalılar olmuştur. Ancak Hollandalılar bile sıkı kontrollere tutulmuşlardır ve fikirlerini ya da etkilerini Dejima sınırlarının ötesine yaymalarına izin verilmemiştir. Sakoku olarak adlandırılan yalnızlık politikası Japon toplumu üzerinde de sıkı kontroller içermekteydi. Örneğin Samuray olarak adlandırılan sınıf kendi bölgelerinde yaşamak zorunda tutulmuştur ve serbestçe seyahat etmelerine izin verilmemiştir. Sivil halkın da hareketleri kısıtlanmış ve silahlara erişimleri sınırlandırılmıştır.
1930’larda Amerika Birleşik Devletleri
ABD, 1930’larda ortaya çıkan Büyük Buhran’ın da getirmiş olduğu ekonomik kayıpların da etkisiyle İspanya İç Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı’na giden olaylar gibi uluslararası çatışmalara ve risk faktörüne sahip polemiklere dahil olmaktan kaçındığı bir yalnızlık politikası benimsemiştir. ABD, izolasyonist politikasının bir parçası olarak, uluslararası meselelere müdahil olmasını kısıtlayan çeşitli yasalar çıkarmıştır. Örneğin, 1930’larda yürülüğü giren Tarafsızlık Yasaları ABD’nin savaş halindeki ülkelere silah satışını veya askeri yardım sağlamasını yasaklamıştır.
ABD ayrıca 1936’dan 1939’a kadar süren İspanya İç Savaşı’na müdahale etmeme politikası izlemiştir. Ancak 1930’ların sonlarında Almanya, Japonya ve İtalya gibi ülkelerden gelen saldırganlık tehdidi daha belirgin hale geldikçe ABD’nin yalnızlık politikası süreci de değişmeye başlamıştır. ABD askeri donanımını arttırmış ve İngiltere ve Çin gibi ülkelere askeri yardım sağlamaya başlamıştır. ABD nihayetinde 1941 yılında Japonya’nın Pearl Harbor saldırısının ardından İkinci Dünya Savaşı‘na girmiştir. Ülkenin savaşa dahil olması, ABD’nin küresel bir güç olarak ortaya çıkması ve uluslararası ilişkilerde daha aktif bir rol oynamaya başlamasıyla ABD dış politikasında bir dönüm noktası olmuştur.
Günümüzde Kuzey Kore
Kuzey Kore genellikle günümüz yalnızlık politikasının bir örneği olarak kabul edilir. Ülkenin dış dünya ile teması (ticaret, sosyal) sınırlıdır ve sınırlarını sıkı bir şekilde kontrol etmektedir. Özellikle sınır komşusu olan Güney Kore ile geçmişte yaşanan çatışmalar bu duruma katkıda bulunmuştur.
ABD’nin Yalnızlık Politikası Nedir?
ABD’nin yalnızlık politikası, genellikle “izolasyonizm” olarak adlandırılan, uluslararası meselelerde tarafsız kalmayı ve savaşlardan uzak durmayı hedefleyen bir dış politika anlayışını ifade eder. Bu politika, özellikle 19. ve erken 20. yüzyıllarda ABD’nin dış politikasını şekillendirmiştir. İzolasyonizm, Amerika Birleşik Devletleri’nin kendi iç meselelerine odaklanması ve Avrupa’nın siyasi karmaşalarına karışmaktan kaçınması gerektiği fikrine dayanır.
Ancak, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD’nin dış politikası önemli ölçüde değişmiş ve daha aktif bir uluslararası rol oynamaya başlamıştır. Soğuk Savaş döneminde, ABD liderliğindeki Batı bloğu, Sovyetler Birliği ve onun etki alanı ile rekabet etmiştir. Bu dönemde, ABD çeşitli uluslararası örgütlerde aktif rol almış ve dünya genelinde askeri varlığını artırmıştır.
Günümüzde, ABD’nin dış politikası karmaşık bir dengenin sonucudur ve hem aktif uluslararası müdahalelere hem de belirli durumlarda dış müdahalelerden kaçınmaya yönelik eğilimler içermektedir. Özellikle son yıllarda, “Amerika Birinci” (America First) gibi politikalarla, bazı durumlarda ulusal çıkarların önceliklendirildiği görülmüştür. Ancak, ABD hala dünya çapında önemli bir diplomatik ve askeri güç olarak kalmaktadır.
Monroe Doktrini ve Yalnızlık Politikası
Monroe Doktrini, Amerika Birleşik Devletleri’nin 19. yüzyılın başlarında benimsediği dış politika prensiplerinden biridir ve bir bakıma ABD’nin “yalnızlık politikası” olarak da düşünülebilir. Bu doktrin, 1823 yılında Başkan James Monroe tarafından açıklanmıştır ve ABD’nin Avrupa’nın Amerika kıtasındaki gelecekteki kolonizasyon girişimlerine karşı çıkacağını belirtir.
Monroe Doktrini’nin temel ilkeleri şunlardır:
1. Yeni Kolonizasyona Karşı Çıkış: ABD, Avrupa devletlerinin Kuzey ve Güney Amerika’da yeni koloniler kurmasına veya mevcut bağımsız devletleri kontrol altına almasına karşı çıkacaktır.
2. ABD’nin Avrupa İşlerine Karışmama Sözü: Karşılığında, ABD Avrupa’nın iç işlerine ve mevcut kolonilere müdahale etmeyeceğini taahhüt eder.
3. Batı Yarımküre’nin Ayrı Bir İlgi Alanı Olarak Tanımlanması: Bu doktrin, Batı Yarımküre’yi Avrupa’nın siyasi sistemlerinden ayrı, özgün bir bölge olarak tanımlar.
Monroe Doktrini, o dönemde ABD’nin henüz genç ve nispeten zayıf bir devlet olması nedeniyle tam anlamıyla uygulanamamış olsa da, ABD’nin Batı Yarımküre’de artan etkisinin ve Avrupa’nın müdahalelerine karşı bir tür uyarı olarak sembolik bir öneme sahipti. Bu doktrin, ABD’nin dış politikasının temel taşlarından biri olarak kabul edilir ve Amerikan izolasyonizminin erken bir örneği olarak görülür. Monroe Doktrini, zaman içinde ABD’nin kendi kıtasındaki etki ve hakimiyetini artırmak için bir araç olarak kullanılmıştır. Monroe Doktrini, ABD’nin yalnızca Avrupa’nın Amerika kıtasındaki yeni kolonizasyon girişimlerine karşı çıkışını ifade etmekle kalmaz, aynı zamanda ABD’nin kendi kıtasındaki egemenliğini ve etki alanını güçlendirmesinin de bir yansımasıdır. İzolasyonist bir başlangıç noktasından, giderek ABD’nin küresel bir güç olarak yükselişine ve Amerika kıtasında etkin bir rol oynamasına yol açmıştır. Bu doktrin, ABD’nin dış politika tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır ve Amerika’nın uluslararası arenada nasıl konumlandığını anlamada kilit bir rol oynamıştır.
Not: Bu konuyla ilgili olarak Revizyonist Politika Nedir? Tarihi ve Önemi başlıklı yazımızı da inceleyebilirsiniz.